16 Ekim 2009 Cuma

At Hafızaya...Silme Ama!


Geçtiğimiz Mayıs ayında izlemiştim "Histanbul"u... Daha önce hiçbir tiyatro oyunundan almadığım bir hazla ayrılmıştm salondan. Günlerce etkisinde kaldığımı bile söyleyebilirim. İstanbul denen bu renkler, yüzler,çirkinlikler, eşsizlikler karmaşasına o kadar içten o kadar keyif dolu bir bakıştı ki bu, gösteri sanatlarında kendi adıma bir miladın başındaydım adeta. "Histanbul"la ilgili anlatmak istediğim çok şey var aslında ama buraya dökülecek kelimelerimi 2010'a saklıyorum. Nitekim "Histanbul" izleyiciyle tekrar buluşacakmış Allah'tan.
Bu gece başka birşeyi anlatmak istiyor canım... Adı da tadı da başka... Onun adı "Muhabir"..."Histabul"un zihnimde bıraktığı izler yüreğime doğru akarken mutluluktu gözlerimi nemlendiren... Komedi oyunu değildi izlediğimiz ama Ali Bora öyle güzel İstanbullar anlatıyordu ki hüznün bile mutluluk verdiği anları çoğalttı ömürlerimizde... İki gece önce  "Muhabir"i izledikten sonraysa yüreğime akanlar daha başkaydı. Memet Ali Alabora yaşam serüvenini bir gösteriye dönüştürmeyi başarmakla kalmamış ülkesinin siyasal tarihinden, sanat tarihinden çekip çıkardığı olayları,insanları kişisel hatıralarıyla harmanlarken izleyen için sarsıcı bir hikaye yaratabilmiş...
Kendiyle, yaşadıklarıyla ve en önemlisi yaptığı tercihlerle barışık bir adamın kariyer çizgisindeki ilk durak noktası olan medyanın gerçek ve ne yazık ki "korkunç" yanlarıyla 17,5 yaşındaki Memet Ali'yi izlerken  yüzleşiyorsunuz... Şimdilerde 30'lu yaşlarının olgunluğuyla aşık olduğu işi yapan bir aktörün itiraflarla, serzenişlerle dolu geçmişine uzanırken sanal klasörler rehberlik ediyor biz izleyicilere... Teknolojinin nimetlerinden faydalanırken izleyiciyi yakalayan Memet Ali bu başarıyı bir tavuk buduyla da elde ederken en ufak bir zorluk çekmiyor. Bu başarının altında yatan yüzleşme çabasını anlıyor izleyici (kendi adıma söyleyebilirim bunu en azından), hatta oyuncu ile arasında tuhaf bir bağ kurarak yer yer çuvaldızı kendine batırıyor. A Takımı'nın gözbebeği körpe delikanlıyı Cannes'da festival yerine çıplak vücutların peşinden koşturanın kendi yarattığı reyting çizelgeleri olduğunu bilen izleyici  Memet Ali'nin kişisel geçmişinden kendine de pay çıkarabilmeli ... Tevfik Ağansoy'un cansız bedenini de aynı magazinel meraklarla mı görmek istedik acaba diye düşünmeden geçemedim Alabora'nın performansını seyrederken.
"Siyasetin medyaya, medyanın mafyaya bulaştığı (karıştığı) günleri geride bıraktığımız şu dönemde..." diyerek başlamak isterdim bu cümleye fakat bunu imkansız kılan koşullarla yaşamaya devam ediyoruz. Unutmamanın suç sayıldığı, balık hafızaların baş tacı edildiği bu ülkede her geçen gün biraz daha artıyor utancımız... Belki de Memet Ali Alabora'nın kişisel yolculuğunu bizlerle paylaşmasının altında da bu utanç yatıyor. Alabora, şöhretin getirdiği lüzumsuz ayrıntılardan arınıp Türk tiyatrosuna yeni bir soluk katmayı istiyor belli ki... Seneler içinde "Hayat"ın ona kazandırdığı babaanne duygusuna sıkı sıkı sarılmış da "Muhabir"le karşımıza çıkmış sanki. Memet Ali Alabora'yı "Memet Ali Alabora" yapan hikayesini bizlerle paylaşırken seçimlerinin O'na kattıklarını (tam anlamıyla reddeder gibi durmasa bile) bu kazançları elde ederken katettiği yoldan az da olsa hicap duyduğunu hissettiriyor. Bunu popüler kültürün bir parçası olmaktan duyduğu rahatsızlıkla açıklamak mümkün mü bilemiyorum ama "Muhabir" Memet Ali'nin bu güzel performansının dizi furyasının dönüm noktalarından biri olan Memoli'yi  bile gülümseyerek hatırlamamıza imkan sağladığını söylemek gayet mümkün...
İzleyiciyle kurduğu ilişkinin başarısı oyunun sonunda koskoca bir etkiye dönüşürken Alabora'nın sahne tozunu anne karnında yutmuş çocuk hallerinden  muhabirliğe uzanan ve çevresinde olan bitene duyarlı bir aktör  olma yolunda ilerlediği yaşam serüvenini izlemek bir ayrıcalık haline geliyor. Bu ayrıcalığın Türk tiyatrosuna katacağı çok şey olduğuna inanmış olarak çıkıyorsunuz Garajistanbul'dan... Dürüstlüğünün heyecan yarattığı kalbinizde çıplak ayaklarıyla kan göllerinde gezinmiş bu genç insana bir yer açmaktan çekinmiyorsunuz... "Muhabir"in muhabirinin size fısıldayacakları yer yer canınızı sıkacak, çokça gülümsetecek ama illa ki iz bırakacak akıllarınızda. Unutmayı iş edinmiş bu toplumun bir parçası olmaktan utanacak olsanız da bu performansı bir günah çıkarma seansı olarak görebilirsiniz. Böylelikle hala "arınma" şansımızın olduğunu da hatırlarsınız belki...

Oyunun bir de blogu var (meraklısına) :
http://muhabir-reporter.blogspot.com/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder